top of page

Kendinizi Bir Liberteryen Olarak Görüyor musunuz? - Lew Rockwell Kenny Johnsson Röportajı

Johnsson: Kendinizi bir liberteryen olarak görüyor musunuz?


Rockwell: Elbette. Başka seçenek var mı? Medya bizi tanımlarken muhafazakârlıktan da bahsediyor olsa bile muhafazakârlıkla alakamız olduğunu söyleyemem. Kavramın kökeni İngiltere'deki Tory partisine, yani Mısır Yasalarındaki değişime direnen merkantilist toprak beylerine dayanmaktadır. Söz konusu kesim, toplumsal istikrarı bozduğu iddiasıyla kapitalizme karşı çıkmaktaydı. Tüccar sınıfın eski ailelerden daha fazla para kazanmasından hoşnut değillerdi- kısacası ayrıcalıklarını kaybetmek istemiyorlardı. ABD'de muhafazakâr kavramı İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kendini göstermeye başladı. Sol kesimdeki devrimci eğilimlerin aksine, kamu işlerinde ihtiyatlı olma yönündeki genel bir arzuyu ifade etmekten başka bir işlevi yoktu. Sorun şu ki bu kavram statükonun savunulması demekti ve Buckley'den sonra geri döndürülemez bir şekilde Soğuk Savaş davasına eklemlendi.


Asıl sevdiğim terim liberalizm çünkü bizim köklerimiz gerçek liberalizme uzanıyor. Toplumun kendi kendini yönetebileceğini ve bunun insanlık tarihinde ortaya atılmış en büyük siyasi fikir olduğunu kavramışlardı. Fakat burada iki sorun var. Birincisi, terimin sosyalistler tarafından İlerici Dönem sırasında ve özellikle de liberallerin en sonunda devlete teslim olduğu New Deal'dan sonra ele geçirilmiş olmasıdır. İkincisi ise daha belirsiz bir sorun olmakla beraber önemini korumaktadır: liberalizmin iyi hali bile cumhuriyetçi teoriye, yani elitlerden ziyade halktan oluşan bir hükümete sahip olabileceğimiz düşüncesine fazlasıyla bağlıydı. Gerçekten de ütopik olan bu yanılgı, hükümetin vazgeçilmez bir kurum olarak kabul görmesine yol açmıştır. O zamandan bu yana siyaset felsefesi ve ekonomideki gelişmeler bunun yanlış bir yaklaşım olduğunu göstermektedir. Devleti kontrol altında tutabilmenin hiçbir yolu olmadığı gibi, devletin tanımı gereği, sözde dizginlemek için tasarlandığı hırsızlık, cinayet, kalpazanlık, adam kaçırma ve benzeri agresyonlara direkt kendisi başvurmaktadır. Yani devletin liberal kritiği yeterince radikal olmamıştır.


Bir zamanlar benim de kullandığım " paleo-liberteryen" kavramı gibi başka opsiyonlar da var; bu kavram, hareketin, devletin siyasal aygıtının ideolojik bir kanadı olarak kurumsallaşmasından önceki liberteryenizme atıfta bulunmaktadır. Kavram, kamu politikalarındaki problemlere kamu dahilinde "piyasa temelli" çözümler bulmayı uman Washington'daki liberteryenlerin kendilerini düşürdükleri acınası durumu değerlendirmek üzere çıkmıştı. Düştükleri hâl gösteriyor ki onlar devletin dağıttığı okul burslarını, sınırlı savaşları, denetimli ticareti, sosyal güvenliğe alternatif olarak mecburi tasarruf uygulamasını ve benzeri şeyleri desteklemekteydiler. Ne yazık ki paleo-liberteryen kavramı, paleo-muhafazakâr ile ilişkilendirildiğinden kafaları karıştırmıştır, bu nedenle bir tür sosyal muhafazakâr liberteryen olarak algılanmaya başlanmıştır ki asıl amaç hiçbir zaman bu olmadı- gerçi liberteryenin mutlak şekilde sosyal anlamda solcu olarak tanımlanmaya çalışılması bile bir problemdir.

Dönem dönem gündeme gelen başka enteresan kavramlar da var ama nihayetinde, politikanın kelimelerin kullanım şekillerini değiştirip bozma eğiliminde olduğunu da bilerek, sadece liberteryen kelimesiyle mutlu olmamız gerektiğini düşünüyorum. Kime liberteryen denir? Özel mülkiyet sahipliğinin mutlak hak olduğuna inanan kişiye. Kalan diğer her şey, bu tek bir önermeden doğacaktır.


Johnsson: LewRockwell.com'daki ana temanız savaş karşıtlığı, devlet karşıtlığı, piyasa yanlılığı olarak karşımıza çıkıyor; devlet karşıtlığını nasıl tanımlarsınız?


Rockwell: Devlet karşıtı olmak, toplumun ihtiyaç duyduğu hiçbir şeyi devletin piyasadan daha iyi şekilde yapamayacağı düşüncesine sahip olmak demektir. Şayet bu görüşe bağlıysanız, siz de devlet karşıtısınız. Yani bir bakıma, savaş karşıtı, devlet karşıtı ve piyasa yanlısı olmak aynı fikri tekrar tekrar önermek demektir. İnsan yaşamındaki her alanda devlet karşıtı görüş neyse onu savunurum. Piyasa okullarda, enerjide, gıdada, barınmada, hayır işlerinde, ticarette, tüketicinin korunmasında, adalette, güvenlikte ve hatta uluslararası ilişkilerde, her şeyde daha iyidir. Aklıma bir istisnası bile gelmiyor. Yaptığım tüm editörlük işinin en ağır yükü bu noktayı tekrar tekrar vurgulamaktır. Yorucu mu? Asla değil. Zamanımızın ve tüm zamanların en büyük ve en önemli problemi devlettir ve devlet her yerdedir. Her ne zaman bir suç çetesi, başkaları üzerinde müdahale yapabilme hakkının yalnızca kendisine tanınması gerektiği konusunda toplumu kandırmayı başarırsa, o zaman orada kökünden sökülmesi gereken bir sorun var demektir. Özgürlük mücadelesi işte tam olarak budur, bundan başka bir şey değil.


Johnsson: Peki ya savaş karşıtlığı? Liberteryenlerin destekleyebileceği savaşlar da olamaz mı?


Rockwell: Kişiyi ve mülkü savunmayı destekleyebiliriz fakat modern zamanda bildiğimiz şekliyle savaş da diğerleri gibi bir hükümet politikası olup, kaynakların aşırı kullanımına, mal ve can kaybına yol açmakta ve belirtilen hedeflere ulaşmada da başarısız olmaktadır. Gelinen son noktada, savaş genellikle öngörülen amaçların tam tersine hizmet eder. Bunun iyi bir örneği Irak'tır. Bu bağlamda savaşın diğer hükümet uygulamalarına benzediğini idrak etmemiz gerekiyor. Batı tarihinde savaşın başlamasını ve topyekûn bir hâl almasını engellemesi umulan bir " meşru savaş " fikri vardı. Peki ama neyin meşru olup neyin olmadığına kim karar verecek? Buradaki nihai otorite devlettir. Elbette kendisini meşru görecektir. Bu yüzden ihtiyacımız olan sadece kurallar değil, kurumsal değişimdir.


Johnsson: 2008 seçimlerinde kimi desteklersiniz?


Rockwell: Kamu görevine adam seçmek için seçim düzenlenmesine son verildiğini görmek isterim ve bu lafım özellikle doğrudan başkanlık için. Başkanlık fikri önceleri aristokrat sınıfından ileri görüşlü, bilge bir kişinin çıkıp devlet aygıtının tepesine oturması ve her şeyin yolunda gittiğinden emin olmasıydı. Bizim ülkemizin kurucuları aptal değildi: gücün suistimal edilme potansiyeli olduğunun farkındaydılar. Bu yüzden en ufak bir hatada başkanın görevden alınabilmesini mümkün kıldılar. Ne yazık ki bu pek işe yaramadı. Baş mahkûmları diğer mahkûmların hareketlerini denetlemekle görevlendirmek gibi bir şeydi. Sorun şu ki nihayetinde hepsi beraber hareket ediyor.


Günümüzde başkanlık için yarışanların durumuna bakarsanız, Hayek'in "en kötüler zirveye çıkar" sözünü daha iyi anlarsınız. Ne inanılmaz bir değersiz ama tehlikeli grup bu. Demokratların hali tamamen korkunç duruyor. İçlerindeki savaş karşıtları bile her gencin askere alınması gerektiği fikrini savunuyor. Bu insanlar ne düşünüyor? Birçoğu özel menfaat çıkarlarının sözcülüğünü yapmaktan başka bir şey yapmamaktadır. Cumhuriyetçiler de ayrı ürkütücü: askeri güç fikrine aşık, daha fazla hapishane savaşın dünyanın bütün sorunlarını çözeceğini düşünen bir grup insan.


Öyle görülüyor ki herkesin sosyalizm ve faşizm arasında bir seçim yapmak zorunda olduğumuzu ve bundan başka bir yol da bulunmadığını düşündüğü 30'lu yılları yeniden yaşıyoruz. 30'lu yıllardaki kafa karışıklığının en azından bir açıklaması vardı, bir buhran yaşanıyor olması. Günümüzde liberal vizyonu bir kenara atmak için bahanemiz ne olabilir? Bu cidden çok iğrenç.


Destek verdiğim kişi tabii ki de Ron Paul çünkü o sistemin ne halt olduğunu gözler önüne seriyor. Derdi başkanlığa koşmak değil. Şu anki "başkan" anlayışına karşı bir mücadele veriyor. Nihayetinde, siyasetin bir kurtuluş yolu sunduğuna inancım yok. İhtiyacımız olan şey, insan hürriyeti düşüncesine yönelik yepyeni bir farkındalık.


Johnsson: Herhangi bir seçimde bir liberteryene oy verir miydiniz?


Rockwell: Ben oy kullanmıyorum. Neden kullanayım ki? Seçimin sonucu tek bir oya bağlı olmadığı sürece oyunuzun bir önemi yok, sandık başına giderken öldürülme ihtimaliniz bile bundan daha fazladır. Ayrıca, oy kullanmak demokratik devletin bir göstergesi ve kabulüdür. Ben çekimser kalmayı tercih edeceğim.


Johnsson: Vergilerde bir reforma gitmemiz gerektiğini düşünüyor musunuz?


Rockwell: Vergi reformu oyunu oldukça eski bir oyun. Ana fikir, vergilerin daha basit, daha kolay, daha az müdahaleci, daha az yıkıcı, daha az zahmetli vb. olabileceğini insanlara yedirmek. Öte yandan bu hiçbir zaman işe yaramaz ve bunun nedeni de çok basit: zaman mekan fark etmeksizin vergi toplamak, insanlardan cebren para almak demektir. Bu gerçeği çeşitli şekillerde gizlemeye çalışırlar ve vergi reformu denilen şey de bunlardan biridir. Sizi rahatsız etmemek için evinize gece girmeyi teklif eden yahut zorla girmek zorunda kalmasın diye ön kapının anahtarını isteyen yahut ailenin gümüşlerini ceplemek zorunda kalmasın diye ona biraz nakit para vermenizi teklif eden bir hırsızla pazarlık yapmaya benziyor bu. Sonunda ise mülkünüz elinizden gidiyor. Diyeceğim o ki reforma sıcak bakmıyorum. İhtiyacımız olan şey daha düşük vergiler ya da verginin toptan tasfiyesidir. Gelir vergisi ve türevlerini feshederek başlayabiliriz.


Johnsson: Bazıları sizin bir anarşist olduğunuzu dile getiriyor; buna ne dersiniz?


Rockwell: Anarşist sıfatı genelde devlet ve hukuk sistemi ortadan kaldırıldığında mevcut tüm mülkiyetin kolektif mülkiyete dönüşeceğine inanan kişiler için kullanılır.


Durumun böyle olmadığı Murray Rothbard'ın büyük öngörüsüydü: özel mülkiyet ve onu destekleyici hukuk doğadan gelir, devlet ise sunidir. Yani bu bağlamda o bir anarşistti ama kafa karışıklığını engellemek için anarko-kapitalist terimini kullanıyordu. Tabii bu da Rothbard'ın devletin yerine bir şekilde kapitalist bir sistem inşa edilmesinden yana olduğu anlamı çıkarılmamalı. Söylemek istediği şey, kapitalizmin devletsiz medeni bir toplumda fiili bir sonuç olacağıdır. Bu görüş hiç ilerleme kaydetti mi? Elbette ama anarşizm kavramını hiç kimsenin kafasının karışmayacağı şekilde kullanabilecek kadar değil. Eğer kelimelerin amacı iletişim kurmaksa, bu kavramın bunu başardığından emin değilim.


Şahsi görüşlerime gelince, ben toplumun en iyi şekilde ancak devlet olmadan gelişebileceğine inanıyorum. Benim katıldığım isimler ise Rothbard, Nock, Molinari, Chodorov ve şirketlerde, toplu konut inşalarında ve kilise hiyerarşilerinde gördüğümüz türden bir hukuk sistemine ve özel idareye inanan diğer kişiler. Yani anarşizmden kasıt tamamen hukuksuz bir toplumsa, ben bu fikre kesinlikle karşıyım.


Johnsson: Mises Enstitüsü nasıl ortaya çıktı?


Rockwell: Mises Enstitüsü'nü 1982 yılında Mises'in dul eşi Margit ile birlikte kurdum. Amaç, başta ekonomi olmak üzere diğer alanlarda da Misesçi düşünceye bir altyapı desteği sağlamaktı. Rothbard'ın muazzam bir katkısı oldu. Başkalarının onu fazla radikal bulduğu bir dönemde, tıpkı insanların Mises'i fazla radikal bulduğu gibi, biz de onun baş yayıncısı olduk. Mises Enstitüsü bu yıl 25. yıldönümünü kutluyor. Düşünce dünyasında önemli bir güç haline geldi. Kaydettiğimiz ilerleme beni çok heyecanlandırıyor.


Johnsson: Bazıları Murray N. Rothbard'ın iktisadi düşünce konusundaki görüşlerinin geçerli olmadığını dile getiriyor; buna katılıyor musunuz yoksa katılmıyor musunuz?


Rockwell: Murray'in hataları oldu mu? Tabii ki oldu. Her şeyi görüp her şeyi bilen kâhinler gerçek değiller. Fakat hiç kimse İnsan, İktisat ve Devlet gibi bir başyapıtı okuyup ya da devasa İktisadi Düşünce Tarihi'ne göz atıp onun iktisadi düşüncesinin geçerli olmadığını söyleyemez. O gerçekten de her yönüyle büyük bir kuramcı ve öğretmendir.


Johnsson: Ron Paul, Anayasaya göre hareket etmemiz gerektiğini söylüyor, onunla aynı fikirde misiniz?


Rockwell: Anayasa bugün pratikte yaşadığımız şeye kıyasla bayağı güzel kalacaktır. Fakat Anayasa'nın kendisinin Konfederasyon Maddeleri'ne göre - ki bu maddeler ortadan kaldırılmamış olsaydı bize oldukça faydalı olurlardı- hükümet gücünde önemli bir artışı temsil ettiğinin farkına varmamız gerekiyor. Anayasayı bize dayatan gruptan hiç hoşlanmıyorum. Niyetleri gerçekten iyi değildi. O dönemde hemen herkesin Anayasaya karşı çıktığını çabuk unuttuk. Ancak Haklar Beyannamesi eklendikten sonra kabul görebildi. Haklar Beyannamesi de mükemmel değildi ama en azından hükümetin neleri yapamayacağını kâğıt üstünde görebiliyorduk. Bu bile oldukça zeki bir şekilde çizgisinden saptırıldı: şu an yalnızca federal hükümetin kendisinin yanında daha alt kalan hükümetlere ne yapamayacaklarını söyleme yetkisi olarak görülüyor, yani merkezileşmenin faydalandığı bir şey. Yaşananlar tam bir trajedi. Patrick Henry bunun ne hale geldiğini görebilseydi, eminim ki yaşananlara asla müsamaha göstermezdi. Aynı şey Hamilton için de söylenebilir. Kurucu bildirgeler hakkında konuşuyorsak şimdi daha çok ilgiyi hak eden belge Bağımsızlık Bildirgesi'dir. Geleceğimizi ne üzerine kurmamız gerektiğini gösteren ilham verici bir belge! Orijinal Yazı: https://archive.lewrockwell.com/rockwell/liberal-post-interview.html

58 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page