Not: Okumak üzere olduğunuz yazı 4 Ocak 2021 tarihinde mises.org’da yayınlanan "Are Libertarians "Anarchists"?" başlıklı makaleden çevrilmiştir.
[Bu makale 1950'lerin ortalarında, Rothbard'ın Faith and Freedom dergisinde kullandığı bir takma ad olan "Aubrey Herbert" imzasıyla yazılmıştır. Ama hiçbir zaman yayınlanmamıştır.]
Kendi siyasi felsefesini kanaatlerinin tüm görkemiyle açıklamakla mutlu bir şekilde meşgul olan liberteryen, devletçinin başarısız bir kumar tarafından başarısızlığa uğratılacağından neredeyse emindir. Liberteryenler devlet eğitimini veya posta teşkilatını kınadığı, ya da vergilendirmeyi legal hırsızlık olarak adlandırdığı için devletçiler her zaman onlara meydan okur. "Pekala, o zaman anarşist misin?" diye sorulduğunda "Hayır, hayır tabii ki anarşist değilim." diye kekeler. "Peki, o zaman hükümetlerin neler yapmasını istiyorsun? Ne çeşit vergilerin olmasını istiyorsunuz?" Devletçi, geri dönüşsüz bir şekilde ilk saldırıyı kazanmıştır ve ilk soruya cevap veremeyen liberteryen kendisini davasını teslim ederken bulur.
Bu nedenle liberteryen genellikle şöyle cevap verir: "Şey, sınırlı bir hükümete inanıyorum. Bir kişinin, bir mülkün veya bir bireyin; zor kullanılarak veya sahtekarlık yoluyla işgal edilmesini engellemekle sınırlı bir hükümete." Nisan 1954'te Faith and Freedom'daki "The Real Aggressor" adlı makalemde "savunma için gerekli" argümanının, devletçiliğin ve kan dökmenin devasa tedbirleri için kullanıldığında muhafazakarları nasıl da çaresiz bıraktığını göstermeye çalıştım. Eşit derecede veya daha ciddi başka sonuçlar da var. Devletçi, konuyu daha da ileri taşıyabilir: "İnsanların bir araya gelmesinin meşru olduğunu kabul edip, devletin bireyleri 'savunma' hizmeti için vergi ödemeye zorlamasına izin veriyorsanız, neden insanların benzer şekilde düşünüp devlete diğer hizmetleri- sosyal yardım, çelik, elektrik gibi- sağlama izni vermesi eşit derece ahlaki ve meşru değil? Çoğunluk tarafından desteklenen bir devlet ahlaki olarak birini yapabilirse neden diğerlerini ahlaki olarak yapmasın?" İtiraf ediyorum, bu soruya bir cevap bulamadım. Eğer isteksiz bir Henry Thoreau'yu kendi "koruması" için zorlayıcı bir devlet tekeline vergi ödemeye zorlamak uygun ve meşru ise, onu başka herhangi bir hizmet- market, hayır kurumu, gazete veya çelik olsun- için devlete ödeme yapmaya zorlamanın eşit derecede uygun olmaması için hiçbir sebep göremiyorum. Saf bir liberteryenin, bir bireyin verimli veya kendi geleneğine uygun olarak gördüğü bir polisi veya adli kurumu gönüllü olarak destekleyip desteklemeyeceği bir toplumu savunması gerektiği sonucuna vardık.
Burada bu sistemin ayrıntılı bir açıklamasını yapmak niyetinde değilim. Ama sadece bu soruya cevap vereceğim: Bu Anarşizm midir? Bu görünüşte basit olan soru aslında bir cümleyle veya evet-hayır cevabıyla cevaplaması çok zor olan bir sorudur. Evvela "Anarşizm" kelimesinin kabul edilmiş bir anlamı yoktur. Ortalama bir insan bunun ne anlama geldiğini bildiğini (özellikle kötü bir anlama geldiğini) düşünebilir ama aslında bilmiyordur. Bu anlamda kelime arkasından ağıt yakılan "liberal" kelimesine benzer bir şey haline geldi. Ancak ikincisi (liberal kelimesi) ortalama bir insanın duygularında "iyi" çağrışımlara sahip. Neredeyse geçilmez çarpıtmalar ve kafa karışıklıkları, anarşizmin hem karşıtlarından hem de yandaşlarından geldi. İlki(anarşizm karşıtları), anarşizmin ilkelerini tamamen çarpıttı ve çeşitli asılsız suçlamalarda bulundu; ikincisi(anarşizm yandaşları) ise kelimenin tam anlamıyla komünizm ve bireycilik kadar birbirinden uzak olan politik felsefelerle savaşan sayısız kamplara bölündü. Bu durum, çeşitli anarşist grupların kendi aralarındaki muazzam ideolojik çatışmayı sıklıkla fark etmemeleri gerçeğiyle daha da karışıyor.
Anarşizme yöneltilen çok popüler bir eleştiri de anarşizmin "kaos anlamına geldiği"dir. Belirli bir anarşizm türünün "kaos"a yol açıp açmayacağı bir analiz meselesidir; ancak hiçbir anarşist hiçbir zaman kasıtlı olarak kaos yaratmak istemedi. Başka kim olursa olsun, hiçbir anarşist kasıtlı olarak kaos veya dünya yıkımı istemedi. Doğrusu, anarşistler her zaman kendi sistemlerinin şu anda dünyanın başına bela olan kaotik unsurları ortadan kaldıracağına inanmışlardır. Bu yanılgıyı aydınlatan gülünç bir olay savaşın sona ermesinden sonra genç bir dünya hükümeti heveslisinin "Tek DÜnya veya Anarşi" başlıklı bir kitap yazması ve Kanada'nın önde gelen anarşistinin ona "Anarşi veya Kaos" başlıklı bir çalışmayla karşılık vermesiyle meydana geldi.
Anarşizmin herhangi bir analizindeki en büyük zorluk, terimin son derece çelişkili doktrinleri kapsamasıdır. Anarşizm kelimesinin kökü otoriteye ve emirlere karşı olmak anlamına gelen "anarche" teriminden gelir. Bu, bir sürü farklı politik doktrini kapsayacak kadar geniştir. Genellikle bu doktrinler, devletin varlığına, güç ve otoritenin zorlayıcı tekelciliğine karşı ortak düşmanlıkları nedeniyle "anarşist" olarak bir araya getirilmiştir. Anarşizm, 19. yüzyılda ortaya çıktı ve o zamandan beri en aktif ve baskın anarşist doktrin "anarşist komünizm" doktrini oldu. Bu aynı zamanda "kollektivist anarşizm", "anarko-sendikalizm" ve "liberter komünizm" olarak da adlandırılan bir doktrin için uygun bir durumdur. Bu birbiriyle bağlantılı doktrinler dizisine "solcu anarşizm" de diyebiliriz. Pyotr Alekseyeviç Kropotkin ve Mihail Bakunin tarafından oluşturulan ve esasen Rus kökenli olan anarşist komünizm, Avrupa kıtasında "anarşizm"i çağrıştıran biçimdir.
Anarşist komünizmin temel özelliği, devlete saldırdığı kadar özel mülkiyete de şiddetle saldırmasıdır. Kapitalizmi ekonomik alanda, devletin siyasi alanda olduğu kadar tiran kabul eder. Sol anarşistler; kapitalizm ve özel mülkiyetten, belki de sosyalistlerin ve komünistlerin ettiğinden daha fazla nefret ederler. Marksistler gibi sol anarşistler de kapitalistlerin işçileri sömürüp onlara hükmettiğine ve toprak ağalarının her zaman köylüleri sömürdüğünü düşünür. Anarşistlerin ekonomik görüşleri onlara çok önemli bir ikilem sunuyor, sol anarşistlerin pons asinorumu: Aynı anda hem devlet hem de kapitalizm ve özel mülkiyet nasıl ortadan kaldırılır? Sosyalistler devleti ve onun görkemini özel mülkiyeti kaldırmak için kullanacaklarını söylüyorlar - onlar için bir ikilem yoktur. Sözde sol anarşizme hizmet eden geleneksel Marksist Komünist, ikilemi Hegel Diyalektiği ile çözer: bir şeyin zıttına dönüştüğü o gizemli süreç. Marksistler, kapitalizmi ortadan kaldırmak için devletin gücünü maksimize edip sonrasında devletin "sönüp bitmesini" bekleyecekler.
Diyalektiğin düzmece mantığı, devleti ve kapitalizmi aynı anda ortadan kaldırmak isteyen sol anarşistlere açık değildir. Anarşistlerin bu sorunu çözmeye en yakın oldukları nokta, sendikalizmi fikir olarak benimsedikleri zamandı. Sendikalizmde her işçi ve köylü grubun, diğer kolektiflerle ve komünlerle işbirliği yaparken kendi üretim araçlarına ortak olarak sahip olması ve kendisi için plan yapması gerekir. Bu planların mantıksal analizi, tüm programın saçmalık olduğunu kolayca gösterecektir. İki şeyden biri olur: Tek bir merkezi ajans çeşitli alt grupları planlar ve yönetir ya da kolektiflerin kendileri gerçekten özerk olur. Ancak kritik soru, bu kurumların kararlarını yürürlüğe koymak için güç kullanma yetkisinin olup olmayacağıdır. Sol anarşistlerin tümü dik kafalı insanlara karşı gücün gerekli olduğu konusunda hemfikirdir. Ama o zaman ilk olasılık Komünizmden daha fazla veya daha az bir şey ifade etmezken, ikincisi sosyal savaş dönemine ve sonrasında merkezi bir komünizme yol açacak olan çeşitli ve çatışan komünizmlerin gerçek bir kaosuna yol açar. Bu nedenle sol anarşizm pratikte ya sıradan komünizm ya da komünist sendikaların gerçek kaosu anlamına gelir. İki durumda da asıl sonuç, devletin farklı bir isimle yeniden kurulması olur. Sol anarşizmin trajik ironisi, deestekçilerinin umutlarına rağmen, gerçekten de anarşizm olmamasıdır. Ya komünizmdir ya da kaos.
Bu nedenle "anarşizm" teriminin kötü bir baskı alması şaşırtıcı değildir. Özellikle Avrupa'nın önde gelen anarşistleri her zaman solda yer almıştır ve bugün anarşistler yalnızca solda yer almaktadır. Buna Avrupa'nın koşullarından kaynaklanan devrimci şiddet geleneği de eklendiğinde, anarşizmin gözden düşmesine şaşırmamak gerek. Anarşizm siyasi olarak İspanya'da çok güçlüydü. İspanya İç Savaşı sırasında anarşistler komünler ve zorlayıcı otorite kullanan kolektifler kurdu. İlk icraatlerinden birisi para kullanmayı yasaklamak, kullanana da ölüm cezası vermek oldu. Baskıya karşı olan sözde anarşist nefretin çok ters gittiği açıktır. Bunun nedeni, sol anarşizmin devlet karşıtı ve mülkiyet karşıtı ilkelerinin arasındaki çözümsüz çelişkiydi.
O halde sol anarşizmdeki ölümcül mantıksal çelişkilere rağmen, nasıl oluyor da sanat eleştirmeni Sir Herbert Read ve pskiyatrist Alex Comfort da dahil olmak üzere şu anda bu okula ait olan son derece etkili bir İngiliz entelektüel grup var? Bunun cevabı, belki de şuursuzca pozisyonlarının umutsuzluğunu gören anarşistlerin mantığı ve aklı tamamen reddetme noktasına gelmesidir. Sözde soğuk ve insanlık dışı mantıktan ziyade doğallığı, duyguları ve içgüdüleri vurgularlar. Bunu yaparak tabii ki bulundukları pozisyonların mantıksızlığına karşı kör kalabilirler. Onlara kendi sistemlerinin imkansız olduğunu gösterebilecek olan ekonomi konusunda ise, belki de diğer herhangi bir politik teorisyen grubundan daha fazla cahildirler. Zorlamayla alakalı açmazı, Devletin ortadan kaldırılırsa suçun da yok olacağı ve böylece hiçbir zorlamanın kullanılması gerekmeyeceği şeklindeki absürt bir teoriyle çözmeye çalışırlar. Doğrusu, mantıksızlık sol anarşist neredeyse tüm görüşlerinin içine işler. Özel mülkiyeti reddettikleri gibi sanayiciliği de reddederler ve el işçiliğine, sade köylü koşullarına veya Orta Çağ'a geri dönmek isterler. "Anarşist" sanat olarak benimsedikleri modern sanattan fanatik bir şekilde yanadırlar. Paradan ve maddi gelişmelerden yoğun bir şekilde nefret ederler. Medeni bir kişinin şiddetle burjuva olduğu ve anarşist olmadığı varsayılırken, komünlerde basit bir köylü gibi yaşamak "anarşist hayatı yaşamak" olarak övülür. Bu nedenle sol anarşistlerin düşünceleri Marksistlerin düşüncelerinden çok daha mantıksız saçma sapan bir karışıklık haline geldi ve haklı olarak neredeyse herkes tarafından umutsuz bir şekilde "kaçık" olarak hor görüldü.
Egemen anarşistler göz önüne alındığında "Liberteryenler Anarşist mi?" sorusunun hiç tereddüt etmeden olumsuz bir şekilde cevaplanması gerektiği açıktır. Tamamen zıt kutuplardayız. Bununla birlikte geçmişte, özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde, Benjamin R. Tucker tarafından yönetilen, küçük ama muhteşem bir grup olan "Bireyci Anarşistler"in varlığı nedeniyle ortaya bir karışıklık çıkıyor. İşte burada farklı bir türle karşılaşıyoruz. Bireyci anarşistler, liberteryen düşünceye çok şey kattı. Bireycilik ve devlet karşıtlığıyla alakalı, şimdiye kadar kaleme alınmış en iyi argümanlardan bazılarını ortaya attılar. Politik çevrede, bireyci anarşistler genellikle sağlam liberteryendirler. Özel mülkiyeti tercih ettiler, serbest rekabeti yücelttiler ve her türlü hükümet müdahalesiyle mücadele ettiler. Tucker'cı anarşistlerin politik olarak iki tane ana kusuru vardır: (1) sahibinin kişisel olarak kullandığından öte, özel arsa sahiplerinin savunmasını müdafaa etmeyi başaramadılar; (2) jürilere çok fazla güvendiler ve özel mahkemelerin desteklemek zorunda kalacağı bir anayasal liberteryen hukuk bütününün gerekliliğini göremediler.
Bununla birlikte küçük siyasi başarısızlıklarının aksine, ciddi bir ekonomik hataya düştüler. Para arzı üzerinde yapay bir kısıtlama olduğunu iddia edildiğinden dolayı faiz ve kârın insanları sömürdüğüne inanıyorlardı. Devlet ve parasal regülasyonları ortadan kalktığında ve serbest bankacılık kurulduğunda herkesin ihtiyacı kadar para basacağını ve faizlerin ve kârın sıfıra düşeceğine inanıyorlardı. Fransız Proudhon'dan elde edilen bu hiperenflasyonist doktrin, ekonomik bir safsata. Bununla birlikte, bu "saygıdeğer" ekonomik düşüncenin o zamanlar ve şimdi, enflasyonist hatalarla dolu olduğunu ve çok az ekonomistin parasal fenomenlerin esaslarını anladığını hatırlamalıyız. Enflasyonistler, rağbette olan modaya uygun ekonomik düşüncelerin daha kibar enflasyonizmini alırlar ve cesurca mantıklı sonucuna götürürler.
Bu durumun ironisi, bireyci anarşistler ipe sapa gelmez bankacılık teorilerine büyük önem verirken, yine kendilerinin savunduğu siyasi düzenin doğrudan inandıklarının aksine ekonomik sonuçlara yol açmasıydı. Serbest bankacılığın, para arzının sonsuz genişlemesine yol açacağını düşündülerse de durum gerçekte tam tersi: "Sıkı paraya" ve enflasyonun olmamasına yol açacaktır. Bununla birlikte Tucker'cıların ekonomik yanılgıları, kolektivist anarşistlerin ekonomik yanılgılarından tamamen farklı bir düzendedir. Bireycilerin ekonomik hataları onlara hâlâ neredeyse Liberteryen bir sistemi savunmalarına izin verirken, kolektivistlerin hataları sanal politik komünizmi savunmaya yönlendiriyor. Yüzeysel olan, ikisini kolayca karıştırabilir. Çünkü bireyciler, devletin para arzını kısıtlaması yoluyla işçileri sömürdüklerini düşündükleri "kapitalistlere" saldırmaya yönlendirildiler.
Bu "sağcı" anarşistler, anarşist bir toplumda suçun yok olacağı gibi aptalca bir pozisyon almadılar. Yine de suç sorununu hafife alma eğilimindeydiler ve sonuç olarak sabit bir liberteryen anayasaya olan ihtiyacı asla kabul etmediler. Böyle bir anayasa olmadan, özel yargı süreci popüler anlamda gerçekten "anarşik" hale gelebilir.
Tucker'cı anarşizm, 19. yüzyılda gelişi ancak Birinci Dünya Savaşı ile beraber ortadan kayboldu. Liberalizmin bu Altın Çağında birçok liberteryen düşünür, birçok açıdan benzer doktrinler üzerinde çalışıyordu. Ancak bu hakiki liberteryenler, kendilerine hiçbir zaman anarşist demediler; muhtemelen ana neden, tüm anarşist grupların, hatta sağ anarşistlerin bile, sosyalist ekonomik doktrinlere sahip olmalarıydı. Burada, hem kolektivist hem de bireycilerden tamamen farklı olan üçüncü bir anarşist düşünce çeşidini not etmeliyiz. Bu, Leo Tolstoy'un mutlak pasifizmidir. Bu pasifizm, ister devlet ister özel kuruluşlar tarafından olsun; kişi ve mülkiyeti savunmak için bile gücün kullanılmadığı bir toplumu vaaz eder. Tolstoy'un şiddetsizlik programı, Gandhi gibi birçok sözde pasifisti etkilemiştir. Ancak Gandhi, devlet ve diğer savunma kurumları ortadan kaldırılmadıkça gerçek anlamda bir pasifizm olamayacağının farkında değildir. Bu tür anarşizm, her şeyden önce, insan doğasının aşırı idealist görüşüne dayanır. Sadece bir azizler topluluğunda işe yarayabilirdi.
"Liberteryenler Anarşist mi?" sorusunu şu şekilde noktalamalıyız: Basitçe etimolojik gerekçelerle cevaplanamaz. Terimin kendisinin belirsizliği; liberteryen sistemin bazı insanlar tarafından anarşist, diğer insanlar tarafından ise arşist olarak kabul edilmesini sağlayacak şekildedir. Bu nedenle aydınlanma için tarihe bakmalıyız; burada, ilan edilen anarşist grupların hiçbirinin liberteryen pozisyona tekabül etmediğini, en iyilerinin bile doktrinlerinde gerçekçi olmayan ve sosyalist unsurlara sahip olduğunu görüyoruz. Ayrıca, mevcut anarşistlerin hepsinin akıldışı kolektivistler olduğunu ve bu nedenle konumumuzun zıt kutuplarında yer aldığını görüyoruz. Bu sebeple, anarşist olmadığımız ve bize anarşist diyenlerin sağlam etimolojik zeminde olmadığı ve tamamen tarih dışı oldukları sonucuna varmalıyız. Öte yandan, arşist olmadığımız da açıktır: İstilacıları zorladığı kadar istilacı olmayanları da zorlayan gaddar merkezi bir otorite kurmaya inanmıyoruz. Belki de kendimize yeni bir ad verebiliriz: nonarşist. O zaman, tartışmanın mızrak dövüşünde kaçınılmaz soru "Sen Anarşist misin?" duyulursa, belki de ilk ve son kez kendimizi "yolun ortası"nın lüksü içinde bulabilir ve "Efendim, ben ne anarşistim ne de arşistim, ama tam anlamıyla nonarşik yolun ortasındayım" diyebiliriz.
çeviri harika 👍