top of page

Defamasyon davaları ifade özgürlüğünü baskılamak için nasıl kullanılıyor?

Not: Okumak üzere olduğunuz yazı 7 Haziran 2021 tarihinde mises.org’da yayınlanan "How Defamation Suits Are Used to Stifle Free Speech" başlıklı makaleden çevrilmiştir.


Ortalama bir Amerikalı, hükümet tarafından sözlü ya da yazılı bir iftira nedeniyle dava edilmekten korkmadan hükümeti ve hükümet personelini özgürce eleştirebileceğini varsaydığı için affedilebilir. Bu gerçekten de çoğu zaman doğrudur. Ancak bu, incinmiş hisleri olan devlet görevlilerinin bazen devlet bürokratlarının işlerini nasıl yaptıklarını eleştirme cüretinde bulunan vatandaşları dava etmeye çalışmayacakları anlamına gelmez. Bu baharın başlarında, Louisville Metro Polis memuru Cory Evans, Forman'ın Evans'ı kanıt yerleştirmekle suçlamasının ardından, YouTube kanalı olan Larry Forman adında bir avukat olan "DUI Guy" aleyhine hakaret davası açması örnek gösterilebilir.

WDRB Louisville’nin bildirisine göre:

“Forman, 2018’de LMPD Memuru Cory Evans'ın alkollü araç kullandığından şüphelenilen birini takiben bir adamın aracını aradığı vücut kamerası görüntülerini kendi YouTube kanalına yükledi. Video, polis memuru Evans ve kimliği belirsiz başka bir memurun araçta alkol aramasını gösteriyor. Evans, hiçbir şey bulamadan orta konsola bakıyor, ancak video, konsolu açan ve dakikalar sonra bir şişe likör bulan diğer memurun görüşüne geçiyor.”

Forman'ın vardığı "Video kendini anlatıyor" sonucuna katılmasam da makul olabileceğini düşünüyorum. Başka bir deyişle, vücut kamerası görüntüleri, Forman'ın Evans'ın gerçekten de kanıtları yerleştirdiğine nasıl içtenlikle inandığını görmeyi kolaylaştırıyor. Yani Forman sadece doğru olduğuna inandığı şeyi belirtiyor olabilir. Şimdi, Evans'ın avukatı suçlamanın "LMPD memurunun itibarını zedelediğini" iddia ediyor ve dava tazminat istiyor. Umalım ki Evans kaybeder ve büyük kaybeder.


Bir polis memurunun bir topluluk üyesini taciz suçlamasıyla dava etmesi sorunu, karalama davalarıyla ilgili temel sorunlardan birini göstermeye yardımcı olur: güçlü insanlar tarafından eleştirmenleri susturmak için kullanılabilirler.


Amerika Birleşik Devletleri'nde, bir hakaret davasını kazanmanın oldukça zor olduğu için şanslıyız. Genel olarak konuşursak, Amerikan mahkemelerinde, hakaretten zarar talep eden davacılar, zarar verme niyetinin yanı sıra fiili zararı da kanıtlamalıdır. Davacı ayrıca karalayıcı yorumların yanlış olduğunu kanıtlamalıdır. Bu şartlar altında bir hakaret davasını kazanmanın zorluğu, sayısız hakaret davasını caydırmaya yardımcı olur. Tanrıya şükür. Ne yazık ki, dünyanın diğer bölgelerinde durum böyle değil ve birçok devlet görevlisinin vatandaşlara hakaret davası açtığını veya kovuşturduğunu görüyoruz. Eleştirmenler gerçek olduğuna inandıkları şeyleri açıkça dile getirseler bile, zengin ve güçlü özel vatandaşların eleştirmenleri dava ettiğini bile görüyoruz. Hakaret yasasını kötüye kullanma potansiyeli, hakim bir yasal ilke olarak ve ABD hükümetinin “First Amendment” arkasındaki bir felsefe olarak “ifade özgürlüğünü” ertelemenin bilgeliğini bir kez daha göstermeye yardımcı olur. İtibarı korumak adına konuşmayı sınırlamaya yönelik çabalar, hükümet gücünün kötüye kullanılması için birçok fırsat sunduğundan, karine ezici bir çoğunlukla özgürce konuşma özgürlüğü lehine olmalıdır.


Elbette her zaman ve her yerde, rejimin kolları, bundan kurtulabileceklerini düşünürlerse, eleştirmenlerini susturmayı tercih ederler. Tarihsel olarak rejimler, küfür yasaları gibi pek çok strateji kullanmış ya da sadece eleştiriyi yasaklamıştır. Ancak The Economist'in bildirdiği gibi:

“Bütün bu yaklaşımlar uluslararası eleştirileri cezbetmektedir. Bu yüzden bazı hükümetler bunun yerine defamasyon yasalarına yöneliyor. Defamasyon, hemen hemen her yerde, ahlaksız ve zarar verici yalanlar için mali tazminat talep edilebileceği bir dava gerekçesi olarak kabul edilmektedir. Ancak defamasyon ceza gerektiren bir suç olduğunda, hükümetler kanıtlanabilir zarara neden olan eleştirmenleri cezalandırmanın ötesine geçebilir ve onları sadece konuştukları için hapsedebilir. Birkaç ülke yakın zamanda karalamayı suç olmaktan çıkarmış olsa da, daha pek çoğu hala onu gayretle kovuşturuyor. Ve artık hapse yol açmayacak olsa bile, mahkemeler büyük tazminatlar verirse suçlamalar eleştirileri baskılayabilir.”

Neyse ki, defamasyon davalarının genellikle zor olduğu Amerika Birleşik Devletleri'nde, devlet personelinin veya devlet kurumlarının bu davaları açması oldukça zordur. Bu onlarca yıldır böyle ve hükümet tarafından başlatılan davalara yönelik şüphecilik eğilimi, 1964’te ABD Yüksek Mahkemesi’nin sonuçladığı Sullivan kararıyla Amerikan mahkemelerinde büyük ölçüde güçlendi.


“İyi bir nedenle, "bu ülkedeki hiçbir son merci, hükümete hakaret suçlamalarının Amerikan hukuk sisteminde herhangi bir yeri olduğunu asla kabul etmedi, hatta önermedi bile."


Öte yandan Birleşik Krallık'ta, defamasyon davalarına karşı korumalar, devlet kurumlarının davalarına göre bile çok daha zayıftır. Örneğin, yalnızca son yıllarda Birleşik Krallık, hükümet davalarını eleştirmenlere karşı ağır ve açık bir şekilde kısıtlamaya yöneldi.


Özel Taraflar Tarafından Eleştirmenleri Korkutmak İçin Kullanımı


Hükümet mahkemelerini "zararları" karşılamaya çağırmak, özel sektörde muhalifleri susturmak için de kullanılabilir.


Defamasyon yasalarının Amerika Birleşik Devletleri'ndekinden çok daha kapsamlı olduğu Birleşik Krallık'ta, ticari ve siyasi avantaj elde etmek için kullanılan karalama davalarına rastlayabiliriz. Örneğin, bir plastik cerrah "göğüs büyütücü" bir kremin etkinliği konusunda şüphelerini dile getirdiğinde, kremin üreticileri cerrahı yasal işlemle tehdit etti. Başka bir davada ise, Suudi işadamı Khalid bin Mahfouz, kendisinin El Kaide'ye para verdiği sonucuna varan bir araştırmacıya dava açtı.


Bu tür davalar Amerika Birleşik Devletleri'nde çabucak reddedilir, ancak Birleşik Krallık'ta işler farklıdır. NPR'nin bildirdiği gibi:

“Bu tür davalarda medya şirketlerini temsil eden Londralı bir avukat olan Mark Stephens ‘Dünyanın dört bir yanından dolandırıcılar ve haydutlar, ne kendi ülkelerinde ne de Amerika Birleşik Devletleri'nde aklanma sağlayamadıkları itibarlarını aklamaya geliyor’ diyor. Amerikan mahkemelerinde ispat yükü, iftira iddiasında bulunan kişiye aittir. İngiliz mahkemelerinde, ispat yükü yazar veya gazetecidedir ve genellikle kaybeder. ‘Yani burda kendilerine dokunan eleştirileri baskılayabilecek zenginler ve güçlüler var.’ diye ekliyor Stephens. "

Elbette ABD'de iftira davalarını kazanmanın çok zor olması, kimsenin onları tehdit etmediği anlamına gelmiyor. Örneğin Donald Trump, eleştirmenlere karşı iftira davalarını tehdit etmesiyle ünlüdür. Bu, seçilmiş bir yetkili veya başkan adayı olarak geçirdiği yıllardan çok daha öncesine dayanmaktadır. Örneğin 1984'te Trump, mimarlık köşe yazarı Paul Gapp'a, Trump'ın güney Manhattan'da iki yüz katlı bir gökdelen inşa etme planıyla dalga geçtiği için dava açtı. Trump, Gapp'ın sözlerinin Trump'a 500 milyon dolarlık zarar verdiğini iddia etti.



Trump, 2010 yılında Trump Üniversitesi öğrencilerinden birine, öğrencinin okulun ticari uygulamalarını eleştirmesi üzerine dava açtı. [1]

ABD'nin iftiraya karşı laissez-faire tutumu sayesinde, bu davalar nispeten hızlı bir şekilde reddedildi, ancak dava edilenlerin uykusuz gecelere ve yasal ücretlere yol açmasına neden oldu.


Louisville Metropolitan Polis Departmanından Cory Evans'ın açtığı davanın mahkemelerde hak ettiği saygısızlığı göreceğini umabilirsiniz.


Ne de olsa, devlet kurumları ve ajansları, vatandaşları üzerinde, sıradan insanlara kıyasla zaten çok daha fazla güç kullanıyor. İhtiyacımız olan son şey, rejimin bu ajanlarının, sadece bir şeyler söyleme eylemi nedeniyle eleştirmenlerini davalarla tehdit edebilmeleridir.


Kamu eleştirisine maruz kalmaktan hoşlanmayan polis memurları ve diğer devlet çalışanları her zaman görevlerinden istifa edebilir ve sıradan özel vergi ödeyen vatandaşlar haline gelebilirler.



 

[1] 1. Makaeff v. Trump University, LLC, 715 F.3d 254, 260 (9th Cir. 2013).

 


109 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page