top of page

Karl Marx’ın Artı Değer Teorisi Neden Yanlıştır?

Okumak üzere olduğunuz yazı 29 Mayıs 2018 tarihinde mises.org’da yayınlanan “Labor and Capitalist Exploitation: Böhm-Bawerk and the Close of Marx’s System” başlıklı makaleden çevrilmiştir. Marx’ın ekonomik, felsefi ve tarihsel katkılarını öven yakın zamandaki New York Times makalesine cevap vermek için çok fazla mürekkep döküldü(Jason Barker: “Marx haklıydı”). Bu makaleyi kritik olarak analiz ederken, birkaç yazar, gayet haklı bir şekilde, iktisadi hesaplama problemi nedeniyle topyekûn sosyalizmi hayata geçirmenin pratik imkansızlığına ve Marx’ın fikirlerini uygulamak için girişilen bütün çabaların neden olduğu muazzam ölüm ve yıkımlara dikkat çektiler.[1] Yine de, NYT makalesinin yazarı Jason Barker tarafından dikkat çekilen önemli bir nokta hak ettiği ilgiyi almadı. Spesifik olarak, Barker’in “Marx’ın temel tezinin — kapitalizmin azınlık egemen sınıfın, çoğunluk işçi sınıfının artık emeğine kar olarak el koyduğu son derece bölücü bir sınıf mücadelesi tarafından yönlendirildiği tezi — doğru olduğu”(vurgu eklendi) iddiasına şimdiye dek detaylı bir cevap verilmedi.


Bu makale bu noktayı irdelemeye çalışır ve bunu Böhm-Bawerk’in yüz yıldan fazla bir süre önce Karl Marx ve Marksist Sistemin Bitişi’nde (Böhm-Bawerk 2007)[2] geliştirilen Marx’ın bütün ekonomik yapısının harikulade eleştirisinin bir özetini sunarak yapar. Aşağıda daha detaylı açıklandığı gibi, Böhm-Bawerk Marx’ın ekonomik sisteminin üç ana sütununu eleştirir: emek-değer teorisi, Marx’ın değer yasası ve kapitalistin kârının kaynağı olarak artı değer teorisi. Eleştirisinin sonunda bu sütunların hiçbiri ayakta kalamaz ve bütün yapı yıkılır. Böhm-Bawerk’in eleştirisi bugün bile kapitalistin kârının kaynağının işçilerin sömürüsünde yattığı argümanının en güçlü eleştirilerinden biri olmayı sürdürür.


Marx’a göre emek değer teorisi


En başta, Kapital’in ilk cildinin giriş bölümünde Marx analizini metalar alanıyla, genel anlamda emtialarin bir alt kümesiyle sınırlar. “Kapitalist üretim biçiminin egemen olduğu toplumların zenginliği” Marx belirtir, “muazzam bir meta birikimi olarak boy gösterir.” Dolayısıyla buradan kapitalist toplumun ekonomik bir analizinin “metanın analiziyle” başlaması gerektiği sonucu çıkar(Marx 1990: 125).


O halde, bir metanın belirgin karakteristikleri nedir? Bir meta, evvela, kullanışlı olmalı. Birtakım “insan ihtiyaçlarını” ya doğrudan “bir tüketim nesnesi ya da dolaylı olarak bir üretim aracı olarak” karşılamalı(Marx 1990: 125). Ek olarak, piyasada mübadele edilmek için üretilmelidir. Kendi ihtiyaçlarını karşılamak için üreten bir kimse “kullanım değerleri yaratır, fakat meta yaratmaz.” Meta üretmek için “yalnızca kullanım değerleri değil, fakat diğerleri için kullanım değerleri, sosyal kullanım değerleri üretmelidir”(Marx 1990: 131).


Metanın bu iki karakteristiği Marx’ın değer teorisinin temelini oluşturur. Bir metanın kullanım değeri tamamen onun kullanışlılığına, ihtiyaçların karşılanmasıyla nedensel bir ilişki kurulabildiği gerçeğine, dayanır ve bununla belirlenir. Değer, bu anlamda, bir kişinin refahı ya da tatmini için metanın sahip olduğu öneme işaret eder.


Fakat, bir meta kişiler arası mübadelenin bağına girdiğinde, değişim değeri de kazanır. Şimdi, Marx’a göre, “değişim değeri evvela, bir nicel ilişki, bir türden kullanım değerinin başka bir türden kullanım değeriyle değiştirildiği oran olarak görünür”(Marx 1990: 126). Başka bir deyişle, bir değişim olayı her zaman kullanımı olan iki metanın transferiyle karakterize edilir.


Yine de, bir metanın değişim değeri, onun kullanım değeriyle belirlenmez. Aslında, onun kesin ölçüsü ya da büyüklüğü metanın, bir kişinin refahı için sahip olduğu önemle sistematik ilişki taşımaz. Bunun yerine, eylemde bulunan bireylerin subjektif ihtiyaçlardan, isteklerden ve algılarından kopuk olarak, değişim değeri, bir metanın objektif özelliğidir. Ve yükseklik, ağırlık vb. diğer objektif özellikler gibi metaya “içkindir,” “içseldir,” ve “ayrılmaz bir şekilde onunla bağlıdır”(Marx 1990: 126).


Marx nasıl bu sonuca varıyor? Analizi yüz yıllar önce Aristo tarafından yapılan bir gözleme dayanır. Yunan filozof iddia etti ki “ölçekdeşlik olmadan eşitlik, ve eşitlik olmadan da mübadele olamaz”(Marx’ta alıntılanmış 1990: 151). Diğer bir deyişle, her mübadele olayı, değer eşitliği içerir; mübadele edilen iki metanın birimleri eşit değişim değerine sahiptir. Ve, eğer durum buysa, mübadele edilen “iki farklı şeyde” var olan ve bu eşit değişim değerini belirleyen “aynı büyüklükten ortak bir unsur” olmalıdır(Marx 1990: 127).


Değişim değerini neyin kontrol ettiğine ilişkin bilmece eğer biri bu “aynı büyüklükten ortak unsurun” ne olduğunu tanımlayabilirse çözülecektir. Ve bu tam olarak Marx’ın yapmaya çalıştığı şeydir. O bunu, belirli bir unsurun ya da faktörün neden aradığı unsur ya da faktör olduğuna ilişkin pozitif bir argüman geliştirmeye çalışarak yapmaz. Bunun yerine, sonunda ona kutsal kasesini bırakacak, peşinde olduğu faktör olamayacak bütün faktörleri eleyerek ortak unsuru bulmaya çalışır.


Marx kullanım değerini pencereden dışarı atarak başlıyor. Mübadele edilen metaların kullanım değerlerinin onların nitel özelliklerine, “geometrik, fiziksel, kimyasal, ya da diğer doğal” özelliklerine dayandığını iddia ediyor(Marx 1990: 127). Şimdi, bu özellikler ve onların verdiği kullanım değeri mübadele edilen iki metayı tanımaya ve ayırt etmeye hizmet ettiği için, peşinde olunan “aynı büyüklükten ortak unsur” olamazlar.


İki metanın kullanım değeri ve onun altında yatan çeşitli nitel özelliklerini bırakıp, Marx hızlıca hedefine varıyor: “Eğer… metaların kullanım değerini görmezden gelirsek,” Marx iddia ediyor, “yalnızca bir özellik kalır, emeğin ürünü olma özelliği”(Marx 1990: 128).


Ne var ki, spesifik olursak, bu ortak unsuru oluşturan “emeğin somut formu” değildir çünkü kullanım değerleri sürgüne gönderildiğinde onlar da aforoz edildi. Değişim değeri ve onu belirleyen ortak unsur perspektifinden, mübadele edilen metaların çeşitli ayırt edici ve belirgin özellikleri ortadan kaybolur; bütün “duyusal karakteristikleri” sönümlenir. Ve “artık masa, ev, bir parça iplik ya da herhangi bir diğer kullanışlı şey” olmadığı için, artık “marangozun, duvar işçisinin, eğiricinin ya da herhangi bir diğer spesifik türden bir üretken emek” de yoktur.(Marx 1990: 128).


O halde geriye kalan bütün şey “soyut haldeki insan emeğidir;” “sarf edilme formuna bakmaksızın sarf edilen homojen insan emeği”(Marx 1990: 128). Marx’ın kutsal kasesi burada yatar. Mübadele edilen metaların değişim değerlerini belirleyen “aynı büyüklükten ortak unsur” olan, “saat, gün vb. belirli skala üzerindeki süresiyle ölçülen”(Marx 1990: 129) soyut, homojen insan emeğidir.


Marx’ın Değer Yasası


Çeşitli piyasalarda gerçekleşen fiyatlar için bu değişim değeri teorisinin esas çıkarımı şudur: her gerçekleşen fiyat homojen insan emeğinin eşit büyüklüklerini ihtiva eden iki metanın birimlerinin kişiler arası transferini yansıtır.


Mesela, takas durumunda bir ekmek somunuyla bir gömleğin değişimini ele alalım. O halde, her birini üretmek için aynı emek zamanı gerekir ve böylece eşit değişim değerine sahip olacaklarıdır. Aynı şey emtiaların para birimleriyle değişildiği para ekonomisi için de doğrudur. Bu durumda, emtia birimleri ve para birimleri aynı miktarda emek zamanı ihtiva edecektir. Bu, özü itibarıyla, Marx’ın “değer yasasıdır,” “metaların değişimine içkin” olan bir yasa(Marx 1990: 268).


Bu yasaya ilişkin olarak belirtilecek üç çok önemli nokta vardır. İlk olarak, Bir metada gömülü olan emek zamanı üretmek için gereken hem doğrudan hem de dolaylı emeği içerir. Örneğin, somun ekmekte olduğu gibi, değişim değerini düzenleyen emek zamanı sadece fırıncının emek zamanını değil, ayrıca unu öğüten değirmencinin, buğdayı yetiştiren çiftçininkini vb. de içerir.


İkincisi, gerçekte bir metanın değişim değerini düzenleyen homojen insan emeğinin mutlak miktarı ya da “özdeş insan emek gücü” değildir(Marx 1990: 129). Bir metanın “daha beceriksiz ve tembel bir işçi tarafından üretilmesiyle” daha değerli olması basitçe mümkün değildir(Marx 1990: 129). Benzer şekilde, bir kilo pamuk ipliğinin değeri, onu üretmek için kullanılan pamuğun “ikide bir parçalanacak kadar döküntü” olmasıyla arttırılamaz(Marx 1990: 303).


Bunun yerine, bir metanın değişim değeri yalnızca onu üretmek için “sosyal olarak gereken emek zamanına” ya da “belirli bir toplum için normal üretim koşulları altında ve o toplumda hakim olan ortalama hüner derecesi ve emek yoğunluğu ile herhangi bir kullanım değeri üretmek için gereken emek zamanına” bağlıdır.(Marx 1990: 129).


Ve üçüncü olarak, değer yasası tarihsel zamanın her anında geçerli değildir fakat yalnızca gerçek dünyada hakim olan bir eğilimi temsil eder. Anbean gerçekleşen fiyatlar “değer yasası” tarafından düzenlenen seviyeleri etrafında dalgalanır. Mesela, bir gömlek kısa vadede değişim değerinin altında ya da üstünde satılabilir. Bir ons altın gibi, sosyal olarak gereken bir saatlik emek zamanı ihtiva edebilir fakat bazen yarım ons altına bazen de iki ons altına satılabilir. Fakat, fiyatı her zaman bir ons altınınkinin etrafında döner ve ona doğru yönelir.


Dolayısıyla, “tesadüfi ve durmaksızın dalgalanan emtialar arasındaki değişim ilişkilerinin ortasında onları üretmek için sosyal olarak gereken emek zamanı doğanın düzenleyici bir yasası olarak kendini gösterir.”(Marx 1990: 168). Değer yasası her zaman oradadır ama günlük olayların kaba ve düzensiz durumunda unutulur, ancak “çekim yasası” gibi nihai olarak boy gösterir ve “bir kişinin evi üzerine çöktüğünde” aralıksız işleyişini herkese hatırlatarak “kendini gösterir.”(Marx 1990: 168).


Artı Değer, Karlar ve İşçilerin Sömürüsü


Marx sömürü teorisini, değişim değerinin emek teorisi ve onda ima edilen değer yasası üzerine inşa eder. Marx kapitalistin aktiviteleri düzenli bir örüntüye uyduğunu belirtir. Her kapitalist bir sermaye miktarıyla başlar, bir miktar para(P). Bu miktarı üretim sürecinde kullanılan çeşitli girdilere, bir yığın para dışı meta(M), yatırarak devam eder. Bu yığın işçilerin emek gücünün yanında maddi sermaye mallarını da içerir, ikincisi daha az dayanıklı ham maddeleri ve daha dayanıklı aletleri ve makineleri içerir. Sonra bu girdiler bir ürünü ya da nihai olarak piyasada başlangıçta yatırılandan daha büyük bir miktarda bir paraya satılan(P’) başka bir metayı üretmek için kullanılır. P-M-P’ para ve meta döngüsü üretimle uğraşan kapitalistin sürekli tekrar eden aktivitelerini özetler.


Fakat, değer yasası penceresinden bakıldığında P-M-P’ döngüsünün varlığı şu bilmeceyi sunar: Kapitalist “metalarını değerinde almalı, değerinde satmalı ve yine de sürecin sonunda dolaşımdan başlangıçta koyduğundan daha fazla değerle ayrılmalı.”(Marx 1990: 269). Kapitalist tarafından satın alınan bütün girdiler, nihai olarak satılan ürünün fiyatında olduğu gibi, onlarda gömülü olan sosyal olarak gerekli emek zamanını yansıtan fiyattan alınır. Yine de, bu süreç ürünün değişim fiyatının üretimde kullanılan girdilerinkini aşmasıyla sonuçlanır. Kapitalist tarafından yaratılan bu “artı değerin” kaynağı nedir?


Bu bilmeceyi çözmek için ilk adım girdilerin fiyatlarının nasıl onlarda gömülü olan sosyal olarak gerekli emek zamanını yansıttığına daha yakından bakmaktır. Söz gelimi, pamuk ipliğinin üretimine bakalım. 10 kilo iplik üretmenin, kapitaliste, 10 kilo pamuğa, birkaç saat makine kullanımına ve 6 saat emek zamanına mâl olduğunu varsayalım.


10 kilo pamuğun maliyeti 10 ons altındır. 1 ons altını üretmek için sosyal olarak 2 saat emek zamanı gerektiğini varsayarsak, 10 kilo pamuk sosyal olarak 20 saat emek zamanı ihtiva eder. Ek olarak, 10 kilo pamuğu ipliğe eğirmek için kullanılan 2 saat makine zamanının 2 ons altın değerinde olduğunu varsayalım. Böylece, 4 saat emek zamanı ihtiva eden makine de üretim sürecinde kullanılır ve bütünüyle 24 saat emek zamanı gereken 12 ons altın değerindeki materyal girdiler pamuk ipliğinin üretiminde kullanılır.


Şimdi dikkatimizi iplik üretiminde kullanılan emek gücünün durumuna çevirelim. Diğer tüm metalar gibi, Marx, “emek gücünün değerinin” de bu spesifik şeyin üretimi için ve dolayısıyla yeniden üretimi için gerekli emek zamanıyla belirlendiğini” bildirir.(Marx 1990: 275). İşçi çalışmak ve emek gücünü kapitalistin hizmetine sunmak için bir miktar “geçim aracı”, “onu çalışan biri olarak normal durumunda tutmak için yeterli olan bir yığın meta”, tüketmesi gerekir.(Marx 275).


Kiralamak için ödenmesi gereken ücretlerde yansıtılan emek gücünün değişim değeri, emek gücünü üretmek ve yeniden üretmek için gerekli bu geçim araçlarını üretmek için sosyal olarak gereken emek zamanı tarafından belirlenir. Şimdi pamuk ipliği üreten kapitalistin bir günlük emek gücünü 3 ons altına aldığını varsayalım. Buradan, değer yasası hakim olduğu için, bir günlük emek gücünü üretmek için gereken geçim araçları, bu verilen örnekte, 6 saat gerekli emek zamanı ihtiva ettiği sonucu çıkar.


Buna harcanan bütün girdileri de eklersek, kapitalist toplamda 15 ons altın harcamıştır, 30 saat sosyal olarak gereken emek zamanı ihtiva eden bir miktar. Benzer şekilde, 10 kilo iplik ürünü de aynı bir 30 saat emek zamanı ihtiva eder: tüketilen makine ve 10 kilo pamuk için 24 saat ve ilave olarak kullanılan 6 saat emek gücü. Buradan 10 kilo ipliğin de 30 ons altına satılacağı ve kapitalist için eve götürecek hiç kâr olmayacağı sonucu çıkar.


Bu üretim sürecinden neden hiç kâr yaratılmadı? Çünkü iplik üretilirken yaratılan hiç artı değer yoktu. Girdilerin değişim değeri çıktılarınkiyle aynıdır ve sonuç olarak kapitalist maliyeti ve geliri de öyledir.


Aslında, hiç artı değer yaratılmadı çünkü ipliği üreten kapitalist işçilerin yalnızca “gerekli emekle” çalıştırdı.(Marx 1990: 324). İşçilerden yalnızca 6 saatlik emek gücü sağladığı için, emekçilerin çalıştığı saat miktarı, onun bir gün yaşamasını sağlamak için gerekli geçim araçlarında gömülü olan sosyal olarak gerekli emek zamanına eşittir.


Daha önemlisi, işçi yarattığı değeri evine götürür. 24 saatlik emek zamanı ihtiva eden materyal girdilerle emek gücünü birleştirdi ve buna gerekli emeğinin değerini ekledi. Ve bunun için bu gerekli emek tarafından ürüne eklenen değere eşit değerde olan 6 ons altın aldı. Böylece, kapitalist kâr elde etmekte başarısız olduğunda, işçi sömürülmez.


Şimdi biraz farklı bir senaryo varsayalım. Kapitalist mübadelede 3 ons altın vererek yine bir günlüğüne bir işçi kiralıyor. Fakat, şimdi onu 6 saat değil 12 saat çalıştırıyor ve bu 12 saati 20 kilo pamuk ipliği üretmek için 20 kilo pamuk ve 4 saat makine zamanıyla birleştiriyor.


Girdiler için masrafı 27 ons altındır: pamuk için 20, makine zamanı için 4, günlük emek gücü için 3. Ve bu girdilerin ihtiva ettiği sosyal olarak gerekli emek zamanı şimdi toplamda 54 saattir: pamuk için 40, makine zamanı için 8 ve emek gücü için 6.


Ürün, 20 kilo pamuk ipliği, kaç saat sosyal olarak gerekli emek zamanı ihtiva ediyor? Toplamda 60 saat: üretim sürecinin kendisi boyunca soğurulan 12 ek saat emek gücüyle birlikte materyal girdilerde gömülü 48 saat. Böylece, bu 20 kilo pamuk ipliği 30 ons altına satılır ve kapitalist kâr olarak 3 ons kazanır.


Kâr üretim sürecinde yaratılan artı değerden kaynaklanır: girdiler 54 saat emek zamanı ihtiva eder fakat ürün, değişim değerine katılan 6 saatlik artı emek zamanı bırakarak, 60 saat ihtiva eder. Ve şimdi tekrar şunu soralım: Bu artı değerin kaynağı nedir? Onun kökeni emekçinin şimdi gerekli emekten daha fazlasını sağladığı gerçeğinde yatar. Buna karşılık, kapitalist “artı emeği” ondan alır, onun geçim araçlarını üretmek için gereken 6 saati geçen emek zamanı.


En önemlisi, işçiye artık üretim sürecine eklediği değerin bedeli ödenmez. 12 saat çalışır ve çalıştığı materyal girdilere 12 saatlik değer ekler. Ve yine de 6 saatlik emek zamanı ihtiva eden bir ücret ödenir. Artı değeri için ödeme yapılmaz, işçi sömürülür, kapitalist tarafından dolandırılır. İkincisinin kârı bu düpedüz hırsızlık işinden kaynaklanır.


Böhm-Bawerk’in Marx’ın Emek-Değer Teorisine Eleştirisi


Böhm Bawerk Marx’ın teorik yapısına eleştirisine onun temeli olarak hizmet eden önermeyi hedef alarak başlar: değişim değerinin emek teorisi.


İlk eleştirisi Marx’ın Aristo’dan ödünç aldığı bir değişim faaliyetinde eşit değerdeki malların takas edildiği savını irdeler. Böhm-Bawerk için, bu “yanlış bir fikirmiş görünüyor” çünkü o, değer eşitliği olan yerde değişim etmek için hiçbir teşviğin olmadığını belirtir. “Eşitliğin ve tam dengenin sağlandığı yerde, hiçbir değişimin dengeyi bozması olası değildir”(Böhm-Bawerk 2007: 68). Buna mukabil, değişim faaliyetini karakterize eden metaların transferi daha az değer verilenin daha çok değer verilenle takas edildiği yerdeki bir değer eşitsizliğinin hakim olmasından kaynaklanır.


Fakat, bu eleştiriyi bir kenara koysak ve bir an için mübadelenin değerlerin eşitsizliğiyle karakterize edildiğini varsaysak bile, Marx bu eşit değişim değerlerini belirleyenin “aynı büyüklükten ortak unsur” olan emek miktarı olduğunu göstermekle iyi iş çıkarıyor mu? Böhm-Bawerk bu soruya üç ana sebeple olumsuz yanıt veriyor.


İlk olarak, Böhm-Bawerk Marx’ın bu ortak bileşeni bulma soruşturmasında analizini “bütün diğerlerini dışarıda” bırakarak, yalnızca “sonunda ortak faktör olarak ayırmak istediği özelliği içeren değişilebilir şeylerle kısıtladığını belirtiyor.(Böhm-Bawerk 2007: 70). Aslında Marx analizi boyunca zımnen(ve bazen de açıkça)[3] bir metanın emeğin ürünü olması gerektiğini varsayıyor. Bu, en baştan, doğanın kıt armağanlarının meta olamayacağını ima eder.


Fakat, “toprak, ağaçlardaki odun, su gücü, kömür yatakları, taş ocakları, petrol rezervleri, maden suları, altın madenleri ve benzeri emtialar da sıklıkla değişim öznesidir.(Böhm-Bawerk 2007: 70). Ve onlar emek zamanı ihtiva etmezler! O zaman Marx nasıl bu emtiaların değişim değerini açıklayabilir? Kuşkusuz, bu emtiaların değişim değerlerini düzenleyen ortak bileşen onlarda gömülü olan emek zamanın miktarı olamaz.


Böhm-Bawerk’in haklı ve alaycı bir şekilde belirttiği şekilde doğanın bu tür armağanlarını varsayımla analizinin dışında bırakarak Marx “vazodan aceleyle bir beyaz top çekmeyi isteyen ve bu sonucu sadece beyaz topları içine koyarak garantilemeye özen gösteren biri gibi davranıyor.”(Böhm-Bawerk 2007: 70).


İkinci olarak, Böhm-Bawerk Marx’ın değişim değerini belirleyen olası ortak unsur olarak kullanım değerini nasıl elediğine itiraz ediyor. Marx, kullanım değerleri ve bu değerlere yol açan metaların çeşitli özelliklerinin iki metayı ayırt etmek ve seçmek için hizmet ettiğini ileri sürüyor. Fakat, Böhm-Bawerk bu heterojen dış görünüşün altında homojen bir temel yattığını belirtiyor. Çünkü değişimdeki her iki meta kullanım değerine sahiptir; Her ikisi de tatminle nedensel bir ilişki taşır.


Ve tıpkı emek de olduğu gibi, “birisi farklı türden kullanım değerlerini kullanım değeri miktarlarına göre karşılaştırabilir.”(Böhm-Bawerk 2007: 76). Neden kullanım değerinin özellikle metaları ayırt etmeye yarayan kalitatif yönüne odaklanıp onları homojenleştiren olası kantitatif yönünü görmezden gelelim? Marx asla bu soruyu irdelemez.


Ve üçüncü olarak, en şaşırtıcı şekilde, Marx, emek gücünün kalitatif yönlerinin yanında, kantitatif yönlerinin de olduğunu belirtmesine rağmen, ikicinin peşinde olduğu ortak unsur olduğu sonucuna vararak ilkini görmezden gelmeye devam ediyor. Fakat emek gücüne ve kullanım değerine bu farklı muamele neden?


Böhm-Bawerk’in sorduğu gibi, Marx “kullanım değerine karşı dışlayıcı hükmü için formüle ettiği aynı kanıtın emeğe ilişkin olarak da geçerli olduğunu görmüyor mu?”(Böhm-Bawerk 2007: 76). Neden yalnızca emeğe gelince onun “somut formalarını”, “marangozun, duvar ustasının ya da eğiricinin emeği” görmezden gelmeye ve bunun yerine bütün metalarda mevcut olan “soyut insan emeğine” odaklanmaya isteklidir(Marx 1990: 128)? Ne var ki, bu tür sorular sormak emek-değer teorisini desteklemekte Marx’ın argümanı olan “diyalektik hokus pokusu” açığa çıkarmaktır(Böhm-Bawerk 2007: 77).


Sermayenin Bileşeni, Kar ve Artı Değer Oranı: Marx’ın Değer Yasasının Çelişkileri


Marx’ın emek-değer teorisini gerekçelendirmesine ilişkin olarak bu kadarı yeter. Bir an için doğru olduğunu varsayalım ve dikkatimizi onda ima edilen değer yasasına çevirelim. Fiyatlar, metaların paraya göre değişim değerleri, gerçekten onlarda gömülü olan sosyal olarak gerekli emek zamanının miktarı tarafından belirlenen kendi değişim değerlerini yansıtan miktarların etrafında dalgalanıyor ve bu miktara doğru yöneliyor mu? Emek değer teorisi, değer yasasıyla, etrafımızda gördüğümüz fiyat fenomenlerinin doğru bir açıklamasını sunuyor mu?


Bu sorulara cevap vermek için Böhm-Bawerk, Marx’ın artı değer ve sömürü teorilerini daha büyük eleştirel incelemeye tabi tutuyor. Bir kez daha pamuk ipliği üretimi örneğimize dönersek, artı değer ve neden olduğu kâr arasındaki ilişkiye ve kapitalist tarafından harcanan sermayenin çeşitli bileşenlerine odaklanalım.


Üretim süreci boyunca materyal girdilerin değişim değerlerinin, 20 kilo pamuk, 4 saat makine zamanı, basitçe üretilen 20 kilo pamuk ipliğine geçtiğine dikkat edin. “Üretim araçlarının değeri”, bu durumda 48 saat gerekli emek zamanıdır: pamuk için 40 saat ve makine zamanı için 8 saat, “korunur” ve “ürünün değerinde farklı bir formda yeniden ortaya çıkar fakat artı değer eklemez.”(Böhm-Bawerk 2007: 16)


Üretim süreci boyunca materyal girdilerin sabit kalan değişim değerleri dikkate alındığında, Marx onlara yatırılmış sermayeyi “sabit sermaye” olarak isimlendirir[s olarak gösterilir](Marx 1990: 317). Bizim örneğimizde, 24 ons altına eşittir.


Emek gücüne yatırılan sermayenin durumu tamamen farklıdır. Marx’ın “değişken sermaye”[d ile gösterilir] dediği sermayenin bu kısmı hem “kendi değerinin karşılığını” hem de “ilave, artı değer” üreterek “üretim sürecinde değer değişimine maruz kalır.”(Marx 1990: 317). Bizim örneğimizde, kapitalist işçiden 12 saat emek zamanı aldığında, bu hem gerekli 6 saat emek zamanını hem de 6 saat artı emeği içerir, ikincisi kapitalistin kârının kaynağı olan artı değeri meydana getirir. Değişken sermayenin miktarı bu yüzden, 3 ons değerinde kâr da meydana getirerek, 3 onstur.


Bu konseptleri temel alarak, Marx “artı değerin[a ile gösterilir] değişken sermayeye oranı” olan “artı değer oranını” tanımlar.(Marx 1990: 326). Her zaman artı emeğin miktarının gerekli emeğin miktarına oranına eşit olan bu oran kapitalist elinde işçi tarafından çekilen sömürünün derecesinin bir ölçüsü olarak hizmet eder. Bizim örneğimizde, bu oran[a/d] 1 ya da %100 seviyesindedir çünkü hem artı değer hem de değişken sermaye 3 ons altına eşittir.


Şimdi, artı değer oranı sabit sermayenin miktarına bağlı olmamasına rağmen, kapitalist tarafından kazanılan kâr oranı artı değer miktarının sermayenin sabit ve değişken kısımlarının toplamına bölünerek bulunur[a/s+d]. Bu oran bu yüzden artı değer oranına eşit değildir. Bizim örneğimizde, mesela, kâr oranı %11.1’dir, bu artı değer oranından önemli ölçüde düşüktür.


Şimdi farklı bir üretim sürecini değerlendirelim; ekmek yapma süreci. Fırıncı 10 somun ekmek yapmak için iplik üreticisi gibi 3 ons altın ödemeli ve bir günlüğüne bir işçinin hizmetini kiralamalı. Ve o da 6 saat gerekli emeğe ek olarak bu işçiden 6 saat artı emek alır. Böylece, onun da iplik üreticisinde olduğu gibi %100’e eşit bir artı değer oranıyla, değişken sermayesi, artı değeri gibi, 3 ons altındır.


Fakat, iplik üreticisinden farklı olarak, fırıncı 10 somun ekmek üretmek için, bu 12 saat emek zamanını yalnızca 6 ons altın değerinde sabit sermayeyle birleştirmesi gerekir. Böylece kâr oranı daha yüksektir[a/s+d=3/9] ve %33.3 seviyesindedir.


Bu iki örnekten çıkan önemli bir nokta şudur: aynı artı değer oranı olan kapitalistler farklı sermaye bileşenleri nedeniyle farklı kâr oranları kazanırlar. Mesela iplik üreticisi fırıncıya kıyasla çok daha yüksek bir sabit değişken sermaye oranına[s/d] sahipti. Aynı artı değer oranına[a/d] rağmen daha düşük bir kâr oranına sahipti. Bu noktanın, Böhm-Bawerk’in vurguladığı gibi, değer yasasının ampirik uygunluğu için ve dolayısıyla basitçe bu yasanın mantıksal uzantısı olan Marx’ın artı değer ve sömürü teorisi için önemli çıkarımları vardır.


Aslında, Böhm-Bawerk’in belirttiği gibi, Marx öldükten sonra yayınlanan Capital’in üçüncü cildinde iki kritik noktayı kabul eder. İlk olarak, teknik nedenlerle sabit sermayenin değişken sermayeye oranının ve dolayısıyla sermayenin bileşeninin “üretimin farklı alanlarında ve hatta sıkça bir ve aynı endüstrinin farklı dallarında büyük ölçüde farklılaşır.”(Marx 1894: 112). Bu yüzden, değer yasasının geçerli olduğunu ve metaların onlarda gömülü olan emek zamanını yansıtan fiyatlarda satıldığını varsayarsak, bu kâr oranlarının da endüstriler boyunca farklılık göstereceğini ima eder; ve bu endüstrilerde hakim olan aynı artı değer oranına rağmen bu böyledir.


İkincisi, Marx, farklı endüstrilerin aynı kâr oranı kazanmadığı bir senaryonun rekabet güçlerinin harekete geçmesi için açık kapı bırakacağını kabul eder. “Eğer metalar değerlerinde satılırsa, …. üretimin farklı alanlarında çok farklı kâr oranlarının ortaya çıkacağı gözleminden başlayarak, “sermayenin düşük kâr oranı olan bir alandan çekilip, daha yüksek bir kâr getiren diğerlerini istila edeceğini” ekleyerek devam eder.(Marx 1894: 142). Ve bu “aralıksız sermaye çıkış ve girişinin” sonucunda(Marx 1894: 142), endüstrinin farklı dallarında kâr oranları eşitlenme eğilimindedir.


Bununla birlikte, farklı üretim süreçlerindeki kâr oranlarının eşitlendiği fiyatlar Marx’ın değer yasasına uyan fiyatlar olmadığını belirtmek hayatidir. Gerçekte, bu yasaya uyan fiyatlarda ve mübadele edilen para ve metalarda gömülü olan göreli emek zamanının miktarlarını yansıtan fiyatlarda, yalnızca artı değer oranının eşitlenmesi olabilir, kâr oranlarının değil.


Bu nokta, Böhm-Bawerk’in iddia ettiği gibi, bütün Marxsist ekonomik yapının altını oyar. Çünkü, Böhm-Bawerk şunu belirtir: Capital’in ilk cildinde, “büyük bir vurguyla, bütün değerin emeğe ve yalnızca emeğe dayandığı savunulur” ve “geçici ve tesadüfi değişimlerin dışında aynı emek miktarını ihtiva eden metalar prensip gereği, uzun vadede, birbiriyle mübadele edilmeli.”(Böhm-Bawerk 2007: 29, 30).


Bu, daha önce vurgulandığı gibi, Marx’ın değer yasasına ve sömürü teorisine ampirik önemi veren şeydi. Fiili, gerçekleşen fiyatların bu yasa tarafından dayatılan miktarlar etrafında dalgalandığını ve bu miktarlara yöneldiğini ima eden tam olarak bu önermeydi; bu yasa, çekim yasası gibi, gerçek dünyada gördüğümüz fiyatların kadim belirleyicisidir.


Fakat, “(Capital’in) üçüncü cildinde” Böhm-Bawerk ekler, “basitçe ve umursamazca ilk cildin öğretisine göre olması gereken şeyin olmadığını ve asla olamayacağını söyler; bireysel metalar birbirleriyle onların bünyesinde bulunan emeğinkinden farklı bir oranda mübadele edilir ve edilmelidir ve bu kazara ve geçici değil, zorunluluktan ve kalıcı olarak böyledir.”


O halde metaların fiyatları gerçek dünyada Marx’ın değer yasası tarafından dayatılana değil ancak bunu yerine altında yatan üretim maliyetini yansıtan miktarlara yönelir, “çalışma zamanının yanında, sermaye yatırımı metaların değişim ilişkilerinin aynı dereceden bir belirleyicisini oluşturur.”(Böhm-Bawerk 2007: 89).[4]


Böylece, bütün emek-değer teorisinin, değer yasasının ve sömürü teorisinin ampirik uygunsuzluğu ortaya çıkar. Bütün sistem varlığı yadsınamaz olan rekabetçi güçlerin sığ sularında karaya oturur. Kapitalistler tarafından kazanılan kâr sonuç olarak sömürü ve düpedüz soygun güçleriyle ve işçilerden çalınan artı değerle belirlenmez. Faiz ve kâr fenomenlerinin doğru ve ampirik olarak geçerli bir açıklaması için başka bir yere bakmalı.

 

NOTLAR

[1]:Mesela, Richard Ebeling’in bilgece makalesine, “200 Yaşında Marx ve Marxsizm


[2]:İlkin 1894’te Zum Abschluss des Marxschen Systems olarak yayınlandı.


[3]:Mesela, Capital’in ilk cildinin ilk bölümünde şunu iddia ettiği gibi: “Bir şey bir değer olmaksızın kullanım değeri olabilir. Bu, insana faydasının emek aracılığıyla sağlanmamış olduğu zamandaki durumdur. Hava, bakir toprak, doğal çayırlar, ekilmemiş ormanlar vb. bu kategoriye girer”(Marx 1990: 131).


[4]:Marx değer yasasını şunu iddia ederek kurtarmaya çalışır: fiyatlar bu yasa tarafından dayatılan miktarlara yönelmese ve bunun yerine nihai olarak üretim maliyetlerini yansıtan fiyatlara çekilse ve etrafında dalgalansa da, nihai olarak rekabetçi güçler tarafından belirlenen kâr oranı, buna “ortalama kâr oranı” ismini verir, bir bütün olarak ele alınan endüstrinin bütün dallarında hakim olan ortalama artı değer oranına eşittir. Dolayısıyla, değer yasasının gerçekte bu ortalama kâr oranını belirlediğini ve bu yüzden ampirik uygunluğunu da sürdürdüğünü iddia eder. Böhm-Bawerk, Böhm-Bawerk 2007’nin üçüncü bölümünde(sf. 28–63) bu argümanların da kapsamlı bir eleştirisini sunar.

 

İngilizceden çeviren: Hasan K. K.

357 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page