top of page

Suyun Sahibi Kim?

Not: Okumak üzere olduğunuz yazı 07/16/2012 tarihinde mises.org’da yayınlanan “Who owns water” başlıklı makaleden çevrilmiştir.

[Makale orijinal olarak Freeman’in mektuplar bölümünde yayınlandı. Mart, 1956.]

 

Toplumsal sistemimizdeki bu kadar ince ve karmaşık konular hakkında daha fazla düşünmemiz son derece önemlidir. Burdaki düşüncelerimi su haklarına yönelik yazıyorum, nihai bir çözüm olmasa da başka anonim bir profesör tarafından sorulan sorulara cevap bulunmasına yardımcı olmak için. Bir süre, toplumsal sistemimizdeki önemli bir noktanın arazi mülkiyeti ile ilgili olduğuna inandım, yani arazi, hangi türden olursa olsun, doğadan gelen orijinal kaynaklar anlamına geliyor. Bu mülkiyet sorunu, sosyalistlerle olan anlaşmazlığımızın merkezinde yer alıyor. Sosyalistler, tüm arazinin sahibinin devlet olduğunu ya da olması gerektiğini savunuyorlar. Bu önermenin kabul edilmesi halkın kontrol edilmesini getirir. O zaman ana soru mülkiyettir. Mülkiyet nasıl belirlenmelidir? Elbette, yetişkin bir bireyin kendi kendine sahip olduğunu ve böylece kendi kişiliği olması gerektiğini iddia ediyoruz. Ayrıca, kendi yaptığı tüm mülklerin hakları da ondadır ve bu mülkleri isterse başkalarına verme veya başka bir mülkle takas etme hakkına sahiptir. Dolayısıyla miras ve miras hakkı vardır. Ancak bu, hiç kimsenin yaratmadığı doğadan gelen mülkiyet sorununu hâlâ çözmüyor. Arazinin sahibi kim olmalı? Burada uzun uzun argümanı geliştirmeye başlamadan önce söylemek isterim ki bana göre ne toplumun ne de devletin toprak mülkiyeti üzerinde bir hakkı -ahlaki ya da ekonomik- vardır. Bana göre üretim açıkça insan emeğinin doğa tarafından verilen malzeme ile birleştiği ve onu daha kullanışlı hale getirdiği anlamına geliyor. Her türlü üretim bu anlama gelir. Bir insan kendi oluşturduğu ürün üzerinde hak sahibiyse, ilk bulduğu ve kullanışlı hale getirdiği doğal toprak üzerinde de hak sahibidir. Başka bir deyişle, su, madenler ve benzer şeyleri içeren toprak, ilkel bir durumda ekonomik olarak sahipsiz olmalıdır. Yasal olarak, onu ilk kullanan kişiye ait olmalıdır. Bu ilkeye de “İlk kullanıcıya ilk sahiplik” diyoruz. Bana öyle geliyor ki, bu ilke liberteryen doktrinle tutarlı ve liberteryen açıdan mantıklı olan tek ilk mülkiyet ilkesi. Şimdi, ilk kullanıcıya ilk sahiplik ilkesi, kullanılmamış, sahipsiz mülkiyeti sahipliğe yani piyasaya getirme yöntemidir. Bu yapıldıktan sonra, ilk sahibinin emeği ve diğer çabaları ile karıştırlan mülkün tamamen onun eline geçtiği açıktır. O andan itibaren, mülküyle istediği şeyi yapmakta özgürdür. Birkaç yıl sonra mülkü kullanmak ekonomik olmayabilir ve nadasa bırakılabilir. Araziyi nadasa bırakabilmek bir mal sahibinin ayrıcalığı olmalıdır, çünkü uygun gördüğü mülkle ilgili hakkına sahip olmaya devam etmelidir. İlk kullanıcı mülkü edindikten sonra kesinlikle ona ait olmalıdır.

Şimdi, su mülkiyeti sorununa uygulanacak liberteryen bir ölçütümüz var. İnsan kullanımı açısından kıtlığın olmadığı, sınırsız bolluğun olduğu yerde mülkiyet olmamalıdır; bu nedenle, açık denizlerdeki nakliye yollarının herhangi bir kısmına kimsenin sahip olmasına gerek yoktur.



Balıkçılık ise farklı bir problem oluşturmaktadır. Özel şahıslar ve firmalar kesinlikle balıkçılık amacıyla denizin bir kısmına sahip olabilmelidir. Denizdeki mevcut komünizm, kaçınılmaz olarak balıkçılığın aşamalı olarak yok edilmesine yol açtı, çünkü diğerlerinden önce olabildiğince çok balık kapmak herkesin çıkarına ve balıkçılık kaynağını korumak kimsenin çıkarına değil. İlk kullanıcıya ilk sahiplik ilkesine göre, denizin bazı kısımlarının özel teşebbüslere ait olması durumunda sorun çözülecektir.


Profesörün işaret ettiği gibi, akan suyun sahipliğini tespit etmek daha zordur. Peki, çözüm nedir? Öncelikle, gerekli olması halinde kendimizi sudaki mevcut mülkiyet ilişkilerinden kurtarmaya değil, ideal bir düzenlemeyi görselleştirmeye odaklanmalıyız. İdeal olan bilindikten sonra, mevcut duruma göre kişi o hedefe doğru çalışmaya başlayabilir. Ancak, ikisini karıştırmamak çok önemlidir. O halde, kıt mallar için ideal olan, ilk kullanıcıya ilk sahiplik ilkesidir.


Adalete giden yolun kıyı şeridinden ziyade ödenek yolundan geçtiği hemen anlaşılıyor. Neden şehir kenarı? Bir toprak sahibinin, sırf arazisi dereye bitişik olduğu için derenin herhangi bir parçası için nasıl bir iddiası olabilir? Hiçbir ahlaki iddiası olamaz. Nehir kıyısındaki iddiası, suyu kullanmaya dayanmıyor; aslında, tek amacı başkalarının suyu kullanmasını engellemek ve sonuç nehirlerin ve derelerin canice israfı. Nehir kıyısındaki bir malik neden su israfı talebinde bulunsun?


Ödenek yönteminin başlıca kusuru, çok sınırlı olması ve hepimiz net bir açıklama verdiği için profesöre borçluyuz. Ödenek yöntemini daha adil hâle getirmenin yolu aşağıdaki gibidir:


1. “Faydalı” kullanıma ulaşmak için tüm gereklilikleri ortadan kaldırmak – Burda faydalı terimi anlamsızdır çünkü ancak bir serbest piyasa durumunda somut olarak ortaya koyulabilir.

2. Su, devletin değil mülk sahibinin mutlak hakkı olmalıdır. Bu nedenle, mülk sahibi, su hakkını herhangi bir amaçla başka birine satmakta veya onu kullanmayı tamamen bırakmakta özgür olmalıdır. Mülkiyet hakkını kullanmaz veya satamazsa çıkan sonuç, bunun piyasada kullanılmaya değmeyeceğidir. Her halükarda, karar mülkü elinde tutan kişinin, mülk sahibinin olmalıdır. Doğu eyaletlerinde mutlak tahsis yönteminin nasıl işleyeceği -mevcut kıyı sahiplerine tazminat olsun ya da olmasın- çözülmesi gereken bir şeydir. Alt havza sahipleri kirlilikten kaçınmak istiyorlarsa, tahsis etme yöntemi altında bunu yapabilecekleri basit bir yol vardır: İlk sahiplerden akan suyu birlikte satın alın – bir şirket olarak olabilir – sonra onu kirletmeyecek şekilde kullanın veya saklayın. Ya da tamamen nadasa bırakın. Yeraltı nehirlerinin olduğu yerlerde, ilk hak sahibi suya sahip olabilir ve onu dilediği gibi kullanabilir. Bununla birlikte, tüm nehre sahip olması için hiçbir neden yok. Bu nedenle, hem yeraltı hem de yüzey nehirleri için, ilk sahiplenen ve sonraki alıcılar nehrin ilk kullanılan kısmına sahip olurlar ve bir sonraki hak sahibi, kullanılan sonraki aşağı akış (nehrin ağzına doğru akan yön) kısmına sahiptir. Dahası aşağı havzada yaşayan vatandaşlar kendilerini sellere karşı korumak için bir baraj inşa etmek ve yukarı havza arazisine girmek isterlerse liberteryen bir toplumda yapılacak iki şey vardır: 1. Kontrol etmeyi önerdikleri suyun haklarını satın almak


2. Sular altında kalacak araziyi satın almak. Kuralığı önlemek için ormanları korumak istiyorlarsa ormanları da kendi sahiplerinden satın alabilirler. Umarım bu açıklamalar yardımcı olmuştur.


Yazar : Murray N. Rothbard

İngilizceden Çeviren : Faruk P.

 

Dipnot : Yazıdaki profesörden kasıt fee.org’da yayınlanan “The Ownership and Control of Water” adlı makalenin yazarı ve yazıldığı sırada anonim kalmayı seçtiği için Rothbard da isim kullanmamış.

 

147 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page