top of page

Uranyum: Karbonun Korkulu Rüyası 1/3

Güncelleme tarihi: 1 Haz 2021


Yeşil enerji ya da diğer adıyla yenilenebilir enerji sistemleri son 40 yılda popülerleşmeye başlarken çevreciler kulaklarını çevreye çok daha faydalı bir enerji türüne kapatıyorlar. İlk önce yeşil kek halinde çıkarılan ve daha sonra zenginleştirme işlemiyle U-235 olarak kullanılan bir hammadde: Uranyum. Ve bundan elde ettiğimiz nükleer enerji. Ne kadar ironiktir ki, kendisi “yeşil” sayılan güneş, rüzgar ve hidroelektrik enerjilerinden kat ve kat, hem enerji olarak hem de renk olarak, daha yeşildir. Bu makalede nükleer enerjinin çeşitlerinden biri olan fisyonun kusurlarına rağmen şu an elimizde olan ve gelecekte de elimizde olacak en güvenli ve yeşil enerji olduğu tartışılacak. Bundan önce aperatif olarak enerji konusunda dünya ve Batı ülkelerindeki* şimdiki durumu inceleyeceğiz.


Küreselleşen dünyada enerji ihtiyacı üstel bir büyüme gerçekleştiriyor. 1971 yılından 2014 yılına bütün dünyada enerji arzı 6100 Mteo’dan** 13541 Mtoe’e çıkarken Batı dünyasında bu rakamlar 3740 Mtoe’den 5238 Mtoe’e çıkmış durumda.[1] Elimizdeki istatistiklerden 43 yıl içinde tüm dünyada enerji üretiminin 2 kattan fazla yükseldiğini görüyoruz. Bu durum Batı ülkeleri için de %70 büyüme ile çok farklı değil. Aynı şekilde bu sayılardan başta Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin enerji ihtiyaçlarının ve arzlarının Avrupa ve Kuzey Amerika’dan daha çok arttığı.


Peki bu büyüme süreci nasıl işliyor? 1990’lardan önce, hidroelektrik haricinde, esamesi bile okunmayan yenilenebilen enerji kaynakları[2] ne durumda? Cevap çevreciler için üzücü, şayet 70’lerden 2014’e sektörün başını çeken ve yeni çevreci politikaları ile gündeme gelen Batı ülkelerinde bile yeşil enerjide yaklaşık 5-6 kat artış yaşanırken 2014 itibariyle güneş ve rüzgar gücü enerji arzının %1,7’sini, hidroelektrik ile birlikte toplam yenilenebilir enerji yüzdesi ise %4’ünü karşılıyor. Bu oran biyoyakıtlardan bile daha düşük. Tüm dünyada bu oran %4,5’lara ulaşıyor. 2018 itibariyle ise Batı dünyası enerji arzının %5’ini yeşil imkanlarla üretiyor.[3] Bu büyüme sabit bir hızla ilerlerse torunlarımızın torunlarına yeşil bir Dünya bırakabiliriz gibi gözüküyor.


Karbon karşıtlarının sevmediği ama üzerini saklayamadığı, sevilmeyen kuzen uranyumdan haber yok mu? Aksine, kömür, petrol ve doğalgaz karşıtlarının sarılması gereken nükleer enerji son 50 yılda karbonun tekelini zora sokmakta en başarılısı. Toplam enerji arzında yüzdesini Batı’da yaklaşık 10 katına ve dünyada 5 katına çıkarmayı başaran uranyum Batı’da yükselen nükleer karşıtlığına rağmen hala toplam enerji arzının 2018 itibariyle 9,6%’unu karşılıyor. Bu oran tüm dünya için 2017 itibariyle %4,9.[3]

[Belçika'da bir nükleer santral]


Bu sayılar birçok çevreciyi etkilemez çünkü nükleer enerji “istikrarsız”, “tehlikeli”, ve hatta çok daha “ölümcül”dür. Ne kadar medya ve “yeşil” lobiler nükleer karşıtı propagandaları ile herkesin beynini yıkamaya çalışsa da gerçek su götürmez. Kömür, petrol, biyoyakıt ve doğalgazdan sırasıyla yaklaşık olarak 400, 250, 70 ve 40 kat daha güvenli. Bu rakamlarla rüzgar, hidroelektrik, güneş gibi enerji çeşitlerinin güvenilirliği karşılaştırıldığında aradaki fark ihmal edilebilecek kadar az.[4] Çoğu araştırma nükleer enerjinin, yaygın kanının aksine, güneş ve rüzgar enerjilerinden bile daha güvenli olduğunu savunuyor.[5][6]


Çevrecilerin ve yenilenebilir enerji yanlısı grubun en çok burun kıvırdığı konu ise fisyonda kullanılan uranyum, toryum ve plütonyum elementlerinin yenilenebilir olmayışı ve Dünya’da da sınırlı sayıda bulunması. Bir çok pesimist argüman yaklaşık 40-100 içinde uranyumun tükeneceğini savunuyor.[7][8] Bunlara rağmen geleceği tahmin etmekte ne kadar kötü olduğumuz düşünülürse bu rakamlar bizi yanıltabilir. Bu duruma en büyük örneklerden birisi de yaklaşık 150 yıldır petrolün 20-50 yıl içinde biteceğinin haberlerinin geçmesidir. Yaklaşık 1880’lerden beri süregelen bu makalelerin[9] aksine petrol hala en çok kullanılan yakıtlardan birisi ve son tahminler dünyada hala 1.6 trilyon varil petrol olduğunu belirtiyor. OECD’nin daha optimist tahminleri ise serbest piyasa akışına bırakılır ve uranyuma talep artarsa aynı doğrultuda artacak arz insanlığa 270 yıl yetebilir. Bunun üzerine üretici tip reaktörler bu vadeyi 8500 yıla kadar arttırabilir.[10]


Son söz olarak, nükleer güç olarak bilinen fisyon insana gerçekten dehşet veriyor. Nükleer atıklar, patlamalar, soğuk savaştan itibaren aşılanan korku ve propaganda ile birlikte halkın ve çevrecilerin kafasını karıştırıyor. Bu korkuyu uçak korkusuna benzetmek gerekiyor. Uçaklar ne kadar korkunç ve tehlikeli gözükse de küreselleşmenin en önemli araçlarından biri. Kendileri şuanda kullandığımız bütün taşıtlardan güvenli olan uçaklar zaten olduğundan gitgide daha güvenli, konforlu ve ucuz devam ediyor. Bir zamanlar korkulan ve “metal tabut” olarak bahsedilen uçakları şimdi her gün milyonlar kullanıyor. Karbonla savaşımızda kazananın gelecek nesillerimiz olmasını istiyorsak er ya da geç uranyumla barışmamız gerekiyor. Yanlış ellerde dünyanın sonu olabilecek bu güç, belki de durmak bilmeden artan enerji talebimize son çare olabilir.


Hakan İ.

 

*”Batı ülkeleri/dünyası” OECD üyesi ülkeleri belirtmektedir.

**Milyon ton olarak petrol karşılığı, enerji birimi. (“Million tons of oil equivalent”dan çevrilmiştir)


 

106 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page